Yıl 2009…
Doğuya kar yağmış ; Karadeniz her zamanki gibi yeşil…Güzel ülkemin güzel insanları dün nasılsa bugün de aynı…
İstanbul ,vazgeçilemeyen aşk , dumanlı ; tepelerinden ufka doğru anlaşılmaz kara bir örtü…
Hayat devam ediyor ve biz yaşıyoruz güya ya da yaşamaya çalışıyoruz…
“Biz bu alemi bulduğumuz gibi budala ve talihsiz mi terk edeceğiz acaba”
(Voltaire)…Günümüzün güya sosyal yapısı içinde direkt olarak ,
bir özenti ya da beğeni uğruna maske takan onca insan ve duyguya rağmen ademin üç beş oğlundan bir ya da bir kaçı mizaç ve karakter adına
bütün samimi yanını , bütün aykırılığına rağmen açığa salınca illaki yarı yolda bırakılmamalı , hatta samimiyetinden ötürü ödüllendirilmeli…
“…talih ve saadet , kendi kendine yetenlerindir”(Aristo)…Ama insan cins itibariyle yarım olduğundan bu yetme ancak diğer yarı bulunduğu zaman hayata geçecek ve doğaldır ki , bu yarı için çok şey göze alınacaktır…
Malum olduğu üzere “…yürüyüşümüz daima engellenmiş bir düşmedir,
bedeninizin yaşayışı sürekli ve frenlenmiş bir ölmedir , yani diama geciktirilmiş bir ölümdür, ruhumuzun faaliyeti ise daima ara verilmiş bir hal sıkıntısıdır”(Schopenhauer)…
İnsan hayatının , can sıkıntısı ve ıstırap arasında bir dans olduğu düşünülürse insane eşini seçmek için , bu kaçınılmaz düşüşü ve belli olmayan mesafeyi de dikkate alarak , en iyi olana ulaşmak için gayret sarfedecektir…Üç günlük bir yaşamın amacına ve doğasına uygun olarak güzel ve özel geçeceği hayali de yegane manevi desteği olacaktır.“Her insan hayatı , istemek ve ulaşmak arasında akıp gider”(Schopenhauer) ve doğaldır ki bu akış içinde zamanı sırtlanacak insanlarda özel olacaktır, zorundadır.
“…insan hayatı tümüyle bakıldığı zaman esasında dramdır,yalnız içinde parça parça komedi sahneleri vardır”(Schopenhauer)…
Davul zurna ve sivrisineksel bir saz düşünülürse , bundan öteye , kelimelerin daha fazla aydınlatıcı olmayacağının verdiği ışıkla mutlu yarınlar…